Stranger Things 3. Sezon İncelemesi
Yaklaşık 7 saat süren soluksuz bir film gibi geçen 3. sezon için söylenecek çok şey var. Baştan başlamak gerekirse ilk iki sezona göre oyunculardaki fiziksel değişim oldukça göze çarpıyor. Bu da haliyle dizideki zaman atlamalarının senaryoya dahil edilmesini zorunlu kılmış gibi görünüyor. Bunun yanında Will’in Baş Aşağı Dünya‘da kaldığı dönem olaylardan geri kaldığını fark ediyoruz. Arkadaşları oyunları bırakıp ‘diğer tür’ ile iletişime geçmesine rağmen Will hala D&D’den ayrılamıyor. Bu inceleme yazım her ne kadar üçüncü sezon incelemesi gibi görünse de diziyi bütün olarak ele aldım. Doğal olarak diziyi izlememiş olanlar için sürprizbozanlar olabilir.
Karakterler arasındaki ilişkiler bu sezon fazlasıyla kopuk ilerledi. Geçen sezonlarda da bu durumdan bahsetsek bile yine de bir araya gelip oturup konuşuluyordu. Ancak üçüncü sezon neredeyse kimse kimsenin umrunda bile değil. Herkes kendi gruplarıyla hareket ediyor ve bu da senaryonun takibini zorlaştırıyordu. Bu durum her ne kadar sinir bozucu olsa da bazı küçük dokunuşlar diziyi izlenebilir kılmış.
Dustin’in bir aylığına da olsa kasaba dışına çıkması, Mike’ın El ile, Lucas’ın da Max ile vakit geçirmesi grubu parçalamaya kadar götüren noktaya getirmiş ve Will’i yalnızlığa itmiş gibi görünüyordu. Grup ne zaman eski haline dönecek de aralarındaki o muhabbeti izleyeceğiz derken sezon bitti. Steve ve Robin yakınlaşması ise Robin’in eşcinsel olduğunu açıklamasıyla sona erdi gibi ama gerçekten buna gerek var mıydı? Bu detay diziye ne gibi heyecan katabilir ki?
Hawkins kasabası bazen bisikletlerle gidilebilecek kısa mesafelere sahip olan bir kasaba iken bazen bir annenin çocuğunun nerede olduğunu bilemeyeceği kadar büyük bir hale geliyor. Bu mantıksızlık benim ayrıntıya girmemden mi yoksa yönetmenlerin acemiliğinden ya da odak noktasını başka bir yere çekmelerinden mi kaynaklanıyor anlamış değilim.
80’lerde geçen bir diziden klişe sahneler beklememek olmaz. Ancak bu sezon bu sahneler biraz fazla kaçmış gibiydi. Üstüne reklam yerleştirmeleri de eklenince iş tatsızlaşmaya başladı. Özellikle Lucas ve Mike arasında geçen diyalog ‘Yok artık!’ dedirtti.
El, yeni sevgilisi Mike ile arasındaki ilişkiye alışmaya çalışırken Hopper’ın bu duruma sinirlenmesi eğlenceli sahneler ortaya çıkartmış. El’in laboratuvardan sonra yine Hopper’ın kulübesinde dünyadan soyutlanmış olarak yaşadığını varsayarsak bu sezon insanların içine karışmaya başlaması güzel bir gelişme. Özellikle orada El’in kapana kısılmış halde yaşadığının ekrana yansıtılması ve arkadaşlarıyla iletişim kurabilecek haldeyken kurmaması beni oldukça üzen durumlardan biriydi. İlk sezonda yaşadıklarını da göz önünde bulundurursak bu bahsettiğim sahneleri de izleyince dizinin dram yönünün hakkını verdiğini söyleyebilirim.
El ile ilgili bahsetmem gereken bir başka konu da aynı odayı paylaştığı kardeşi Kal ile görüşmesine rağmen neden bu durumu paylaşmıyor anlamış değilim. Kardeşini gidip gördü bazı olaylara dahil oldu ve geri döndü… Peki ya sonra? Sonrası için bir şey yok gibi ama sanırım yönetmenin burada vermek istediği mesaj El’in kendini oraya ait hissetmediğini anlamamızdı. Öyle ki El arkadaşlarına geri döndüğü sırada otobüsteki bayanla sohbet ederken yüzündeki ifadeden bu yaptığı yolculuğun tamamen bir hata olduğunu düşündüğü anlaşılıyordu.
Senaryoda yer alan Kötü Ruslar 80’ler dönemindeki insanların kafasındaki imajı birebir yansıtmayı başarmış. Ama vahşet dolu işkence sahnelerine yer vermeyip çocukların rahatlıkla girebileceği bir tesis inşa ettiklerini düşünürsek bu dizideki imajları biraz yıpranmış olabilir. Yine de dizinin yönetmenleri bunu dizideki karakterlerle ve senaryo ile harmanlamayı başarmış.
Hopper’ın kendini feda ettiği sahne neredeyse tamamen birinci sezonun finaliyle aynı. Dolayısıyla Hopper’ın büyük olasılıkla geri döneceğini söyleyebilirim. Belki Baş Aşağı Dünya’dan belki de buradan. After credits sahnesinde diğer hücrede kalan Amerikalı kim bilemiyoruz. Yani Hopper da olabilir. Uzak bir tahmin olarak da dizide Geleceğe Dönüş filmiyle ilgili yapılan atıflardan yola çıkarak Hopper’ın küçük bir zamanda yolculuk serüvenine çıkmış olabileceğini söyleyebilirim.
Sezon biterken Joyce’un taşınmasına ve arkadaşların birbirinden ayrılmasına tanıklık ediyoruz. Bu dizinin gidişatında köklü değişikliklere neden olabilir. Özellikle Hopper’ın El için yazdığı mektubu El’in alıp cebine koyarken büründüğü ruh hali onun yaşantısına yön verecek gibi duruyor. Bunun yanında güçlerini kaybetmesi onu derinden yaralamış olabilir. Onsuz kendini işe yaramaz biri gibi görüp bunalıma girebilir. Bu durumda imdadına Mike yetişecek gibi görünüyor. Ama aradaki mesafeler buna engel olacak gibi… Şükran günü ve yılbaşı dışında nasıl iletişim kuracakları belirsiz.
Birinci sezonun 1983’un kışında, ikinci sezonun 1984’un sonbaharında ve üçüncü sezonun da 1985’in yazında geçtiğini düşününce dördüncü sezonun 1986 baharında geçeceğini varsayabiliriz. Bu da 1986’nın Nisan ayında meydana gelen Chernobyl faciasına denk geliyor. Kalan teorileri sizin hayal gücünüze bırakıyorum (: