Dahi olunmaz, doğulur
“Doğuştan gelen yetenek” gibi kalıpların geçerliliğini yitirmesini doğuran yeni bulgular, yeteneğin gelişim sonucu ortaya çıkan bir özellik olduğunun ispatına dayanıyor.
Araştırmaların esas olarak çürüttükleri genel kabul, genlerin kalıtım yoluyla değişime uğramadan aktarıldığı.
Yeni bulgular ise genlerin çevreleriyle etkileşim içinde oldukları ve içinde bulundukları koşullardan bağımsız olarak değerlendirilemeyeceklerini ortaya koyuyor.
Gen-çevre etkileşimi
Kanada’daki Mc Gill Üniversitesi’nden Michael Meaney, kalıtımla aktarılan özelliklerin gen ve çevrenin karşılıklı etkileşimi sonucu belirlendiğini söylüyor.
Cambridge Üniversitesi’nden Patrick Beaston da canlıların yaşamlarının başlangıcında farklı yolları izlemeyi başarabilecek donanıma sahip oldukları kanısında.
Beaston bu farklı yolların ise canlının yaşamını sürdürdüğü ortam tarafından belirlendiğini düşünüyor.
‘Gen etkisiz değil’
Bilimsel araştırmaların ortaya koyduğu yeni bulgular kalıtımla devralınan genlerin hiçbir önem taşımadığı anlamına gelmiyor.
Ancak insanların yetenek ve özelliklerinin, genlerinden çok yetiştikleri ortam ve koşullara göre belirlendiği ortaya konuyor.
Araştırmaların sonuçları, yaygın olan, insanların doğuştan gelen zeka seviyelerine sahip oldukları inancına da darbe vuruyor.
ABD’deki Tufts Üniversitesi’nden Robert Sternberg, zekanın sabit olmadığını, gelişimini süren bazı zihinsel yeteneklerden oluştuğunu düşünenlerden.
Yeni Zellanda’daki Otago Üniversitesi’nden James Flynn, zeka seviyelerinin geçtiğimiz yüzyıl boyunca ciddi miktarda yükseldiğini ispatlayan çalışmalarıyla tanınıyor.
Flynn’in vardığı sonuç zaman içinde yaşanan kültürel gelişme daha zeki insanların ortaya çıkmasını sağladığı.
Zeka konusunda yaşanan ilerlemenin yetenek konusunda da geçerli olduğu söylenebilir.
Sporcuların ve müzisyenlerin, önceki kuşaklara göre daha başarılı performanslar göstermeleri bu ilerlemeyle açıklanmakta.